11 Aralık 2011 Pazar

Melankoli kadındır

' Her hayalin,her durumun ,her duygunun geçici ve bitimli olduğunu ve her şeyin arkasında bir başka şeyin daha gizlendiğini kavramak benim için düşünülebilecek şeylerin en melankoliği ve aynı zamanda en avutucusu.'


  demiş Dörthe Binkert  'Melankoli kadındır' kitabında.
  Okuduğum satırlarla; ilk kez, o kapıyı açmıyorum.
  Uzun zamandır sessizce köşesine çekilmiş inatçılığımı sırtlıyorum ;zaptolmaz melankolim  , geride durup avunuşum(n)u seyrediyor bu defa.

Okumaktan ziyade dinlemek fiilini kullanmak istediğim bir kitap.Binkert sandalyesini aldı,karşıma geçti; durumdan beni de haberdar etti.

Şöyle diyor bir yerde;
 '' Melankoli,sonsuzluk ve bitimlilik ,sınırlılık ve sınırsızlık arasındaki çelişkiden gelişir.......Melankolik ruh durumunda duygu ve düşünceler gelişebilir,ama aynı zamanda netleşebilir de''



Kulağıma çoktandır fısıldanan; net ol! geziniyor yine korteksin sağından soluna.
Nasılsa;mücadele edebiliyorum o sesle.
Hala gidiş yolu puan(m)ından dem vuruyorum...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Kronik!


Deniz

Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.

(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)

Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm.
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.

Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.


'E haydi bakalım o zaman 'diyebilmek herşeye rağmen...


21 Kasım 2011 Pazartesi

'Chevrolet 57'

'Herşeyi yaparım' nidası dursa mı artsa mı bilemedim ben şimdi.
Zira az önce ;babam  yarın onu arabamla bırakabilir miyim diye sordu.


İki yıl önce bir babam bir kardeşimden yediğim azarlardan usanmadan ve dahi onlara kızıp tek başıma trafiğe  çıkarak öğrendim direksiyon başında olmayı.Gidiş hala süper;park etmek sorun o ayrı.
Yavaş ısındım ben bu işe.Ama iyi ısındım.

Neyse efendim; konu o değil de ben yarın babama al sen kullan diyeceğim yine galiba.
Eveleyip gevelemeye gerek yok.
Geçen sefer neyi bahane ettim hatırlamıyorum ;bir şekilde oturttum oraya.
Yarın mümkün olmayacak zannederim.
Az önce 'bak baba öyle karışmak yok' uyarımı yaptım.Tutamam ki çenecağızımı; kalsın sabit.
Uyuyayım uyanayım geçsin...
Komik bir günaydın bekliyor  beni yarın,telaşsız olsun ,rica ediyorum.

Yazının başlığı? Dedemin meşhur arabası...

E haydi bakalım dedi yine!

16 Kasım 2011 Çarşamba

'' Fantazi kaçış edebiyatıdır ve tam da bu yüzden muhteşemdir''

der Tolkien...
Onca yoğunluğun,yorgunluğun,sessizliğin ardından eve gelip Ursula K.Le Guin le en öteye  kaçma isteğimin yegane açıklamasıdır.



Başucu kitabım olarak 'Biz ' i görmek ;  acaba haksızlık mı ediyorum Le Guin e diye düşündürürdü ara ara.

Neyse ki 'Kadınlar,Rüyalar ,Ejderhalar' okundu.Ursula nın tam bir Zamyatin hayranı olduğu keşfedildi.Yüreğime serin serin sular serpildi.

Kitaptaki ,Çocuk ve Gölge ile Balıkçının Kadınları yazılarını defalarca okuyacağımı  biliyorum.
Ama ' Kahramanımız X.,boş vakitlerinde öyküler yazan bir matematik öğretmenidir....' cümlesiyle başlayan Bir Natüralist Roman Taslağı -kırksekiz yıl önce yazılmış olması da cabası- hala adlandıramadığım bir karıncalanmayla dolmama ve hatta donmama sebep oldu.

Zira şimdilerde yazamasam da; Bu büyük melankolimin, burukluğumun ve geveze hayalgücümün dalgaları kıyıya varmak için yükselip hırçınlaşmakta diyorum içerdekine.
Dışarıdaki çoktan bir karikatür karakteri oldu bile.

E haydi bakalım mı?

31 Ekim 2011 Pazartesi

GASEYAN...

Çok mutsuzum.Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar mutsuz olduğumu hatırlamıyorum.
Demek ki doğru işi seçmişim.Ama neden durup dururken bıraktım.Ne oldu bana.Nasıl bir efsuna yakalandım!Babamı dinlemedim;ondan oldu!

Yardım yardım!
Duvarlar çoktan yıkıldı.Sadece nefes alabiliyorum.Çatkalardan bakıyorum dışarıya.Gün ışığı çarpıyor yüzüme;kıskanıyorum ...

27 Ekim 2011 Perşembe

Serebral Korteks!

Çıkmaz sokak!
Konuşmak yok!
Öğrencilerim yok!
Analitik geometri yok!-en kötüsü benim için-
Boşluk çok!
Boş !
Serebral korteksin ince ince  kayboluşu!
Neyse ki  'haydi bakalım o  zaman ! '...


23 Ekim 2011 Pazar

Bir Maskenin İtirafları

Yukio Mişima dan aldığımız destekle bir itirafta bulunalım haydi!


Delik deşik olurken süratle ;süveyda gittikçe büyümekte...


Aslında
hazin bir öyküdür bu
anlatmaya yakışmaz sesiniz
yanımdaki bütün sandalyeler boş,
alabilirsiniz.
Oturunuz.
…bolerokuşlarlaleliihvan
birden, gaseyan…gaseyan…gaseyan.
…sonra sarışın kadınlar esmer olup
balkonlara çıktılar
ben terk ettim beyaz çerçeveli bir fotoğrafı
ve dönmedim bir daha.
Resmim,
zayıf yüzlü, gülümsemeye yakın neredeyse
hastane penceresine dayalı
ahşap ve toz kokan bir gecede çekilmişti.
Gaseyan…
yıllar sonra kente çıktım
örümcek ağlarının, paslanmış kapıların ardından
kente çıktım,
yıllardır sallanan bir sandalyenin ardından
tozlar içinden,
uzaklara ve karalara yazıldığım mektuplardan
beyaz çerçeveli bir fotoğraftan,
gaseyan.
Burkuldum ve ağladım
kırmızı bir danstı her şey, oynadım.
tenim ve ellerim yoktu
kimse görmedi.

demiş Birhan Keskin ne de olsa...
E haydi bakalım dedi yine...

18 Ekim 2011 Salı

Koş Lala Koş (!)





Evet filmin adı Koş Lola koş!
Amma velakin ;buralarda, hafif saf ve ne yaptığının farkında olmayan insanlara lala derler!
Lalalıktan sonra laparalık payesini alırsın ki; güzel yöremin yalnız insanlarına çok da dokundurmadan yazmak istiyorum.Dolayısıyla dallanıp budaklanmasın konu.


Konuşmuştuk yine uzunca.
Hatırlarsın muhakkak.
-Unutmuş rolü en sevdiğin olsa da kandırmayalım bu kez birbirimizi-
Ne demiştik;acele etmeyeceğiz!
Emeklemeden triatlona hücum yok!
Ama Lolanın üç kez koşup değiştiremediği sonu değiştireceğim inadıyla beş kez koşarsan; lalasındır artık...
Bir süre bütün irtibatı kesiyoruz.Zira laf dinlemeyerek laparalık boyutuna atlamandan korkuyorum.
Kutuya gir ve canlı kal!


E haydi bakalım o vakit...

16 Ekim 2011 Pazar

'İlk Çocuk' Sendromu (1)

Şayet bir gün anne olursam, ilk çocuğumu ;hayallerimden,sorumluluklarımdan ve ebeveyncilik yarışlarından uzak büyütme kararındayım.Olur da unutursam diye bir yerlere not almak istedim.Buradan uygununu bulamadım.

Ama sen ablasın!
Olsun o daha küçük!
Yok yok yaparsın sen,zekisin.

cümlelerini yasaklıyorum kendime ,kullanılmayacak!

Onun yerine 'boşver , gel uyuyalım koyun koyuna; okula gitmeyelim annesinin kuzusu ' cümlesi sık sık tekrarlanacak!

Bu sinirle arkası gelecekmiş gibi duruyor...

E haydi bakalım o vakit...






 

5 Eylül 2011 Pazartesi

Yolcunun Siyah Bavulu


ey allahım bir gidip bir geliyor aklım
şimdi nerdeydi, şimdi nerdeydi,

taşın sabrı suyun ruhuyla büyüttün beni
bundandır her gittimğimde aklımda kalmak fikri

geçtim hepsinden, öyle hünerle
ki yaşadığımı sanıyorlar hala

anladım mana yok acıdan başka
akşamın kör karanlığı vursun alnıma

her zamanki gibi
her zamanki gibi


'Eğer o ekmek  elimde olmasaydı ;gidebilirdim...' cümlesiyle
başlayacaktım anlatmaya uzun uzun.
Bir anlık gafletle Birhan Keskin şiirlerine takılınca gözüm;öykümden bana bir cümle kaldı...

E haydi bakalım dedi yine...

21 Ağustos 2011 Pazar

Bir Misafirliğe







Bir misafirliğe gitsem,
Bana temiz yatak yapsalar;
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam...







demiş ya Melih Cevdet Anday...
Ben de o misafirliğe  ; anlama,farketme ve hissetme melekelerimi bir deliğe tıkıp üstünü de kalın bir gazete topağıyla sıkıştırarak gitme hayalimleyim hala...
Sadece bir güncük işimi görür-sanki ingiliz anahtarı;işimi görür ne demekse-.


Yirmi dört saatlik zaman dilimi boyunca tertemiz bir zihinle uyumak mümkün müdür?
Zihnin kapağını açıp arada kontrol edecek biri olmalı tabi bu arada.Önemi büyük.
Kapağı açıp 'hoşgeldin ' dediğinde ;
daha önce hiç duymadığım ,kirlenmemiş 'hoşgeldin'le bu kez gülerek basmak toprağa.
Cioran ın 'Kelimeler merhametlidir,narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli eder' cümlesini duymamışken henüz, karşılamak bütün harfleri ;coşkuyla tek tek...
Sesli,sessiz ayırmadan.
'Kederlerin yerini fikirler alır' diyen Proust a inat kederle kaderi yanyana getirmemek.
Kaderle kabul u aynı anda fısıldayan bu sese kulak vermek.
Önyargı kelimesiyle hiç tanışmamak.
Bir kısmı saf mantık diğer kısmı saf derinlik olan ruhumun ortalamasını tutturabilmek.
Ortalama olmak.
Ortama uymak.
Ama illa ki uyumak o temiz yatakta...

Yalan Dünya

Majid Majidi nin Serçelerin Şarkısı filmini yüzlerce kez ilk defa seyrediyormuş gibi izleyebilirim
-Türkçe dublaj yapılamaması şartıyla-.
Az önce Trt1 de yayınlandı.Kendimi  tutamayıp izledim yine.
Muhammed Emir Naci inin sesini sadece şarkı söylerken duyabildim.Ama o bile yeterli geldi.Yine de Naci nin  sesini duymadan izlenmemesi gereken bir film.Özellikle Nergis deyişini...


18 Ağustos 2011 Perşembe

Marmoulak

'Dünyadaki ruhlar kadar Tanrıya giden yol vardır'
Bab Aziz le zihnimin en derinine kurulmuştu.
Yerini sağlamlaştırmış oldu Marmoulak-kertenkele-Rıza yla...
Abdest almayı dahi bilmeyen biri için hocalık ;hapishaneden kurtulmanın tek çaresi olunca seyri bu kadar keyifli olur ancak.

Pulp Fiction dan alıntılar;uzaydaki bayan-erkek astronotların gusül durumları ,korku filmi namazı...
Elinde not defteriyle durmadan sorular soran Mücahid .
-Bu konuda alimler ihtilafa düşseler de...
diye başlayan açıklamalar...hırsız-hoca  Kertenkele Rıza'dan
Ama illa ki ' insan sayısı kadar Allah a giden yol vardır...' cevabı.
Kaçmaya çalıştıkça başına bela olan bir cevap üstelik...
Samimiyetinin ölçüsünü ve gülmenin dozunu veremeyeceğim bir film..



'E haydi bakalım 'demese de
Haydi bakalım yine de...


10 Ağustos 2011 Çarşamba

'Bir Romancının işi yalan söylemektir'

 Karanlığın sol eli kitabınının önsözünde, bir romancının işini böyle tanımlıyor Ursula K. Le Guin.
Ben onun yalancısıyım.Zira çok iyi bir yalancı.



Mülksüzlerle başladığım Ursula serüvenim hız kesse de sürekliliğini  muhafaza etmekte.
Biz, Cesur Yeni Dünya,1984 ten sonra devam ettiğim ütopik seriyi Mülksüzlerle sürdürmem  William Tell gibi hissettirmişti bir vakitler;
tam isabet!

İtiraf edeyim ;sayıların büyüsüyle  olacak ; Biz başucu kitabım olarak düşündüğüm yeganemdir.
Amma velakin Mülksüzlerde- bütün bu erkek romanların aksine- kurtarıcı ya da kurucu diyebileceğim Odo kadındır.
Bu kafatutuşuyla yazara bağlanışım aynı büyüklüğe tekabul etmektedir.
Evet muhtemel bir sonuçtur..
Ne de olsa erkek meslektaşlarının  yaptığını yapmıştır o da. Yine de Big Brother la yanyanadır Odo.
Bu sebeple yeterli seratonindir benim için.

Cinsiyete takılmamak gerek aslında.
Karanlığın sol elinde yaptığı gibi Guin in.
Cinsiyetsiz bir toplum yaratmış.Pek bir güzel olmuş.
Yaşadıkları Kış'ta 'Ödip mitosu yok' mesela.
Ya da Kadınlara özgü tavır almalar,sebepsiz kızmalar;erkeklerin gereksiz büyüklenmeleri de.
Öylesine geniş bir dünyada birliğin sağlanması için gelen Ai nin ve bu mücadelede sürgün edilen Estravan ın; iştahıma yenik düşüp sonunu hemen gördüğüm yolculuğu...
Tadı damakta kalmak deyimi için uygun bir kullanım sahasıydı.

Devam Cemil Kavukçuyla...

E haydi bakalım dedi  biri...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

YÜZÜN


Eskimiş bir konsolun
Çatlak aynasında durmadan,
Bir buluttur mehtabı inatla kovalayan.
Bir hüznü yansıtan alnının ortasında,
Yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran?
Acının bu solgun haritasında,
Kendime yeni duraklar bulduğum.
Ulaştığım ıssız dağ doruklarında
Yüzün müdür hep sorular sorduğum,
Bakışının titrek aydınlığında?


Aslında ne bulunur bir gezginin yanında
Kendi yüzünden başka,
Hüzünle bileyen direncini.
Bir suyun ürpermiş aynasında
Apansız gözgöze geldiğim.
Ayakları ayaklarıma bitişik
Kımıltısız bir gövdeyle rüzgârın sildiği.
Bir bulup bir kaybettiğim
Yani bir gezginin hep gittiği,
Senin yüzün benim yüzüm değil mi?


Benim için yazıldığını düşünerek mutlu olduğum Metin Altıok şiiri...
Düşlemek faydalıdır-nadiren-...

15 Temmuz 2011 Cuma

Aramakmış Oysa...

Yine oldu.Aramak ve bulmak eylemleri arasındaki  mesafe kısacık kaldı.
Oysa en sevdiğim zaman dilimidir kapabildiğim elinden.

Kafamızın hemen üstünde kocaman bir konuşma baloncuğuyla yürüdüğümü/zü hayal ederim ,hep.
Benim balon,aradığım ;bulmak  için ciddi mücadeleler verdiğim ama bir yandan da istenilen buluşma gerçekleşmesin  diye dua ettiğim bir sürü kitap, film ve saire ile doludur...

Kendimi arama kısmını metne dahil etmiyorum bile.Bir ben var benden içeru diyerek olayın ciddiyetine gölge düşürmeyeceğim,çoktan konuşlandık köşebaşlarına.Geçirmezük!

Yine internet denen aziz varlığın peşinden ordan oraya koşarken değdiğim filmi ,devamlı müşterisi olduğum  cd kiralama dükkanında sorup ;'hayır bizde yok' yanıtını alınca durmadım,durur muyum.Daha bir şevkle sarıldım arama işine.Nerden bilirdim onların bile varlığından habersiz olduğu filmi saniyeler sonra bulacağımı.Buruk bir ifadeyle 'varmış 'deyince ben  yanlış anlaşıldım üstelik.
Bin kez açıklama yapıldı ;farkında olmadıklarına,sistemlerine  kayıtlı olmadığına dair.
Olayı büyütme niyetimle kaldım ortada ;mahsun mahsun.

Neyse ki olay tatlıya bağlandı.Zira film de müzikleri de yeterince doyurdu.Unuttum gitti.
'Aramakmış oysa sevmek' dizelerine de kulak vererek ...
E haydi bakalım o zaman ,sıradaki gelsin...

12 Temmuz 2011 Salı

VİK MUNİZ

      Bazı dönemler internet yokmuş gibi davranmayı severim.Televizyonda gördüğüm ve aslında kolayca ulaşabileceğim izlenceler için alarm dahi kurarım.Mücadele hissiyatımı kaybetmeme adına mıdır?Geçmişe özlem midir?Saplantı mıdır?Karar veremiyorum.Ama güzel bir duygudur.Sık sık da olmaz.

Ntv de görüp izlemeliyim dediğim 'Waste land '  için de aynı olaylar zinciri gerçekleşti.İyi de oldu.Bu sayede gerçek sanatçı deme hakkım olmasa da gerçek insan diyebileceğim Vik Muniz i tanımış oldum.
Brezilya da doğan  heykeltraşlık da yapmış bu fotoğraf insanı bugün New York ta ve dünyaca tanınan bir sanatçı.



Kendi anlatışıyla şu an olduğu yerde bulunma  sebebi komik.
Ödül aldığı bir tören sonrası kavgaya müdahil olup ayırmaya çalışıyor.
Tam mekanı terkederken vuruluyor bacağından.
Tazminat olarak aldığı parayla da ver eline Amerika.
Toz,şeker ve dahi çöp materyallerini kullanarak -ne kullandığı bilinmese anlaşılmayacak ustalıkla- resimler yapıp fotoğraflıyor.
Waste Land de çöpte çalışan insanları aslında kurtulmak istedikleri o alanın içinde başucu resmi yapacakları güzellikte fotoğraflıyor.
Üstelik açık artırmada kazandığı parayı da bu insanlara bağışlıyor.

      

- 'Birilerine yardım etmeye karar verdiğimde bunun büyük bir kibir olduuğnu düşündüm.Ben kimim ki onlara yardım edeyim
.Olsa olsa kendime yardım ediyorum dur'
cümlesini ağzından çıkar çıkmaz belleğime kazıyarak bir müddet ''insanlık adına
umutsuzluğuma''törpü olarak kullanma niyetindeyim.


E haydi bakalım dedi biri...

20 Haziran 2011 Pazartesi

Babam ve zevksizliğim üzerine ağıt...

Malumunuz babalar günüydü pazar günü.
Ben de pek bir heves ve istekle'' babacığıma'' güzel bir gömlek almış bulundum.
Babalar gününde de en şirin ve sevimli halimi takınarak sundum kendilerine.
Hayret ettim; alışkın olduğum  burun kıvırma pek uzun boylu olmadı -şimdiye kadar babama almış olduğum hiçbir hediyeyi beğendirememiş olsam da umudumu koruyorum-.
Aksilik;beden tutmadı bu defa.
Anında gittim mağazaya.Değişim olmuyormuş,pazartesi gelinecekmiş.
Ertesi gün,yani bugün mağazadaydım .
Uygun bedende aranılan gömlek kalmayınca diğer seçeneklere yöneldim.
Çoğunluk tarafından zevkli bulunan 'ben' güzel bir gömlek seçiverdim yine.
Ve heyhat gömlek babamın elinde, ezilip büzülmeme fırsat verecek kadar bile kalmadı.
Çünkü azarlandım.Tam olarak anlayamadım birkaç saniye.
Hakikaten kibarlığı ve anlayışlılığıyla tanıdığımız ,övündüğümüz babam tarafından gömlek zevksizliğim yüzünden cidi ciddi azarlandım.
Gülmekle ağlamak arasında gidip geldim.
Güldüm,güldüm ve hala gülüyorum.Kim,birini hediyesini beğenmediği için azarlar ki.
Bugünü,yani babalar gününü artık kendimi çok zorlamadan kutlama niyetindeyim.
Neden aklıma gelmedi bilmiyorum.
Zira ,pil yenilemek kafi derecede yorucu olabilir...

14 Haziran 2011 Salı

Again and again...

Dengeli ve sakin bir ruh için dua ediyordum şu aralar-dengesizliğimden duyduğum gururu saklı tutarak-.
Feng Shui?Diyordum tam;mümkün olmadı en  nihayetinde.
Zira ara ara yüz veren o 'garip çekici' liğim devreye girdi yine.
Ne kadar inişli çıkışlı ruh hali var ise yerküremde seyrettirdi,dinletti.
Üstüne haz tozu serperek,azıcık da gıpta ki olmazsa olmazlarındadndır dünyamın.

İki gündür takıldım gidiyorum,dinliyorum tekrar tekrar.
Bıkmadan.Aynı cümle içinde sağ sol ön arka gidişeleri olan benim için örnek alınasıdır.Durum koruyucudur.




E haydi bakalım dedi biri...

11 Haziran 2011 Cumartesi

HİÇ

Elif Şafak okumak zevklidir.Hiç ummadığın bir yere götürür,bırakır seni sessizce...
Sağı solu sobelidir satırlarının.
Okuduktan uzunca bir müddet sonra 'Siyah Süt ' ü açarsın ; altı çizili paragraflara baktığında çemberin içinde bulursun kendini yine.



Bit Palas ın iki numaralı sakini Sider in tavanına gözgezdirirsin ; Leonora Carrington la tanışırsın.
Bitmeyen bi tokalaşma istersin.




Aynı yerde Neyzen Tevfik  asılı kalmıştır;boynunda 'Hiç' yazısıyla.
Sallanmaktadır keyfince; sallamadan hengame- i cihan ı.



Ayakların hafifçe yerden yükselir,ferahlığın ötesine geçersin...
Bu hissiyatla dolaşmaktayım Bonbon Palas ın içinde.
Tamamını görmeden heyecanıma yenik düşme sebeplerim çoğalmakta.
Kalabalıklaşmaktayım.
Biri konuşsun istedim bu akşam.
Biri konuştu epeyce.
Bana yalnızca bir kaç satır kaldı sıralayacak.
Kırıntım olan;ardımdan döktüğüm-yolumu bulmama yardımı olacak-.

E haydi bakalım dedi yine...


  

7 Haziran 2011 Salı

'Crying Cockles and Mussels...'

Bugün okul kütüphanesine girdiğimi gören onuncu sınıf  öğrencilerimden biri koşarak yanıma geldi.Sanırım o anı bekliyordu.İngilizce yazılmış matematik kitaplarını keşfetmişti daha geçen gün-bana gösterilmeyi bekleyen- 'Hocam integral de var içinde' demeliydi heyecanla ;benden duymayı istediği 'henüz işlemedik nerden biliyorsun sen?' sorumdan önce.

Tek tek ve büyük bir gururla, keşfettiği ingilizce kitapları gösterdi .İngilizce çalışmayı seviyor-sınıf arkadaşı sayısal öğrencilerimin aksine-.Onun heyecanını gerçekten anlıyorum..Dahası ona  'bunu kesinlikle oku ' derken yerdeğiştirdiğimizi hissettim-utanarak-.

Hazırlık okumuş biri olarak  ;onun bundan mahrum kalmasına üzüldüm.Evet,çok çeşitli sebeplerle belki de gerekliydi kaldırılması-belki de değil-.İlginç zamanlarda yaşadığımız hesaba katılırsa benim aldığım tadın onların damağında kokudan öteye geçemeyeceğini de  biliyorum  üstelik.

 İnternetin varlığından henüz haberdar olmadığımız dönemlerdi. 'Öğret 'menim dediğimiz zamanlar.O yüzdendir video derslerimizden birinde tanıştığım 'mor kemanlı kızı'  ya da  Elvis Presley in 'blue suede shoes ' unu hafızamdan silememem;
 bütün gün 'Crying, ''Cockles and Mussels'' alive alive,oh...' şarkısını söylemem kimseye duyurmadan...

3 Haziran 2011 Cuma

Çocuklardık;parlak yıldızlardık o zaman...

Zaman...
Dokunulmaz olan.
İmkansızlıklarıyla güç katan düşlere.Durdurulması, ileri-geri sıçrayışları,bükülmesi mümkün olmayan,kırıntısı çok ;bir o kadar da göreceli.Her seneye bir yaş diyen insanoğlu için yirmili yaşlara değin ahesteliği kan donduran,otuza kadar olan kısmında hızından damar patlatanı...

Uzunca bir süredir ne yana döneceğini kestiremeyen dünyanın , kararsızlıklarıyla süratini artırıp üstünde kalmamızı istemez halleri var .Birinci çoğul şahıs ağzıyla konuşturması  da cabası..

Ben yine küçük kız çocuğu gözlerimle bakıyorum gökyüzüme.Alışık olmadığım bu hıza gözüm takılıyor,dalıyorum.Ne çok şey kaçırmış oluyorum.Geri dönsem diyorum,olmuyor.
Durmuş olsa sadece benim için ,farketmeseler...Mümkün değil.

O yüzden sığınıyorum şarkılara...Eskiye dair herşeye...


22 Mayıs 2011 Pazar

YUVARLAĞIN KÖŞELERİ

Soru çözmek de kar etmiyor artık.Beni ,tek ve hep huzura kavuşturan o zevkten de mahrum bırakıyorum kendimi.Saçma sapan bahaneler üretiyorum: sürekli kullandığım  kalem olmadan çözemem ki soru;şu kitap da bitsin,başlıcam; kafama takılan iki meseleyi de bir kaç taramayla aklıyorum bugün,söz;yağmur dursun,güneşin sarısı vursun cama,olacak...


Kendime biçtiğim mühletlerin sonu gelmiyor.Acı olan; mazeretlerimin gidişatı.Dün gece , dünyanın yuvarlaklığına'' inandıran'' Galileo ye kadar vardım nihayet.

Dümdüz olsaymış ya dünya.Dönüp dolaşıp kendime varmam şartmıymış.Ya çemberin içindeymişsin,ya da dışında.Saçma!Düz ün anlamı Öklidyen geometride eksik kalırmış.Öklidyen olmayana ihitiyaç varmış.Bir parçamız da eksik kalsın(!) Dönüşümler ve geometriler dersinde uğraş bakalım düzlerle.
Köşe yoksunluğundan hepsi;çarpıp duramamaktan sivri uçlara.
Belki de ben bulamıyorum .Yuvarlağın köşeleri de olabilir zira.Yine döndük mü başa...Üstelik bu kadar kısa zamanda...


YUVARLAĞIN KÖŞELERİ

Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zeka ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.

                                       Özdemir ASAF









19 Mayıs 2011 Perşembe

'O kapıdan bir Tanrı gelmeyecek! '

Gariptir ; unutma melekem için günün muhtelif zamanlarında şükrü görev bildim kendime.
Sabahın en şizofren saatiyle kaçak bir karşılaşmanın yardımı da oldu tabii.

1961 yapımı  Ingmar Bergman filmi
Sasom i en spegel ( Through a glass darkly) ,geceye bu hissiyatla geçişimin dozunu artırma sebebiydi.
Uzun zamanır eksikliğini hissettiğim Dostoyevski kahramanlarınlarıyla özlem giderişim de oldu aynı zamanda.

Zavallı Karin . Ya da babası. Ya da Minus. Ya da Martin...

''-İnsan kendi çevresine büyülü bir çember çizer ve kendi gizli oyunlarına uymayan herşeyi dışarıda bırakır.Yaşamın bu çemberi bozduğu her an oyunlar grileşir ,küçülür ve gülünç hale gelir.
O zaman insan hemen yeni bir çember çizer ve koruma alanı oluşturur.
-Zavallı babacığım
-Evet.Gerçekliğin içinde yaşamak zorunda olan zavallı baban... ''

Benim için filmin en gerçek sahnesinden -gerçeğin 'en ' i oluyor artık-  karıncalı görüntüler oluşturmama neden repliklerdi.Keşke yanlızca bunlarla kalsaydı.Görüntü bir hayli karlandı bende.Zira sözcükler ve görüntülerin muazzamlığı arasında karar verememe durumuna denk gelememiştim bayağıdır.

İki dünyada yaşamanın zorluğuna 'kendi karmaşasını görüp anlama korkunçluğu ' da eklenen Karin in hikayesi.Tanrının gelmesini beklediği kapı.Ama gelen Tanrının Samsalığı...

E haydi bakalım o zaman üç günlük tatilin konusu da belli olduğuna göre bekle beni Bergman ...

17 Mayıs 2011 Salı

Bir Acıya Kiracı...


Sen ey kendiyle yetinen;
Fosforun yeri gece.
Ne yapar gecesiz ateşböceği?
Belki anlamsız ve delice
Kumrunun inanılmaz yuvası
Bir direğin tepesinde.
Ama boşluktur biraz da
Bir kuşu biçimleyen.
Bence böyle seni bilemem.

Sen ey kendiyle yetinen;
Ne derlerse desinler
Su eğimine gidecek.
Sen şaraba banılmış ekmek;
Deltasıyız bütün sözlerin
Ve söz sonunda bak nasıl
Senle bana gelecek.

Sen yarım kalmış bir aşkın
Kaçınılmaz sürgünü,
Katlanan göğsündeki kayaya
Sen orda şimdi bir hüznü köpürt,
Ben bir çocuğa su vereyim burda.
Ben ki kiracıyım bir acıya


Sen imzalarsın sabah akşam
Defterini bensizliğin,
Bense kanla öderim
Kirasını kaldığım evin.
Bir takvimi tersten açardık
Eğer isteseydin.

Sen ey kendiyle yetinen;
Artık suyumuz bulanık,
Air güneş bile olsa sonunda
Yolumuz kırık, önümüz karanlık
Ve ağır tuğrası alnımızda
Padişah yalnızlığın
Ama yine de umudumuz kalabalık. *

                                                                                                                                     Metin ALTIOK

Geceyle geliyor ;ama gitmiyor.Bir süre yine misafirimiz olacak anlaşılan melankoli...
E mecburen kiracı...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Ben Giderim Batum'a ; Batum'un batağına...

Yurtdışındaydım deyince pek bir havalı oluyor.
Gidilen  yer Gürcistan - Batum olunca değil tabi.
Türk milleti olarak kıyaslamayı severiz.
Tabi diğer memleketler her zaman çok daha gelişmiştir ,medenidir.Bizim tek kalan dişimiz bile  çürümüştür çoktan.Bu önyargımı Batum da bırakarak döndüm şehrime.


Bize göre bir saat ilerdeler.Yani Türkiye saatiyle sabah  onda,onlara göre onbirde şehre girdik. Hayalet bir şehirle karşılaştık.Etrafta insan yoktu.Bunun nedeni -rehberimizin yalancısıyım-Gürcülerin içkiye olan düşkünlüğü ve geceden kalma olmalarıymış.Yani herkes evinde gece olmasını bekliyor.

E biz başlayalım dedik bi ucundan şehrin.Liman kenti Batum ;sahil tarafı Sheriton ve Intourist Hotel başta olmak üzere muhteşem binalarla dolu.Rusya döneminden kalma binalar çoğunlukta.Rus Tokisi de dahil bunlara -miadını doldursalar da-.



Altın post efsanesinin simgesi olan heykeliyle,Neptün meydanı ,Londra caddesi sakin ve gözdoyurucu mekanlar.Ardından gidilen Ortodoks kilisesine başörtümüzle girmemiz gerekti.Sakin yüzler,şaşırarak dualarına devam ettiler.
Sonrasında 19.yüzyılın başlarından kalma ünlü Botanik Parkı gezdik-altı lare giriş ücreti vererek-.
Bir lareleri bizim bir liramıza karşılık geliyor hemen hemen.



Bütün bu güzelliklerden başımızı azıcık içeri daldırdığımızda ise savaştan yeni çıkmış bir şehir havasıyla karşılanıyorsunuz.Dilenci çocukların saldırısına uğruyorsunuz ki gördüğümüz yegane çocuklardı.Fakirlik bütün bu heybetli binaların arasında daha da çarpıyor gözümüze.


Çekmiş olduğum  fotoğrafların geniş alanları kapsamadığına dikkat edin.Etrafta kimsenin olmayışına da.
Benim için en garibi , bayanların nerde olurlarsa olsun-tek tük görmüş olsak da- ayaklarındaki yüksek ökçeli siyah rugan ayakkabıları oldu.
Organik pazarının meşhur olduğunu duyunca uğramamak mümkün değildi.Kırmızı rujlu ,siyah dar eteklerle ortalıkta dolananlar burda da sayıca fazlaydı ve sadece benim dikkatimi çekti.Neyse ki Matrix de  olduğumun farkındaydım.


Bir de çiçekçiler.Çiçeklere olan düşkünlük. Pazar yerinde çiçekçilerin kapladığı alan oldukça geniş.


Haksızlık da etmek istemiyorum aslında, yazın canlı bir şehir olduğu söyleniyor Batum un .
Yine de temiz mekanların az olduğu bir yer.Sputnik denilen tepede hijyenik iç mekanlarla karşılaşınca otel sahibinin Türk olmasına şaşırmadık. Çay ikramı da iyi geldi-meşhur Gürcü kahvesini içemesek de-.
Bütün şehir alışık olmadığımız bir düzlükle karşımızdaydı Sputnik te-mekan-isim uyumu konusuna girmiyorum bile-.
Kısa süren Adjara başkenti gezisi yine de güzeldi.Tekrarı olur mu?Hayır.
Ama kesinlikle görülmeli.

E haydi bakalım...





11 Mayıs 2011 Çarşamba

GÖDEL 'GRİ' Sİ...

  ' GÖDEL/Mantığa adanmış bir yaşam ' elimde iki gündür...


     
Ünlü matematik dahisi Kurt Gödel ve tabiki eksiklik teoremi üzerine.
Einstein ın Enstitüye yalnızca Gödel ile birlikte eve kadar yürüme ayrıcalığını yaşamak için geldiğini söyleyen ya da Gödel in zehirlenme korkusuyla yemek yemeyi bırakarak 27 kiloda cenin pozisyonunda öldüğünü öğrendiğim kitap  hakkında tek kelime etmicem.

Zaten kitaba bulaşarak başladı bulanıklığım,her yer gri...Yalnızca şimdiye kadar olan kısmıyla beni alıp bıraktığı yerden bahsedebilirim;

Bulanık mantık 'Fuzzy logic' adıyla karşılaşmıştık  üniversitede.Bir kaç örnekle kalmıştı tanışıklığımız.Pişmanlığım, samimiyetimizin sınırındandır.

Mantıkta her önermenin karşılığı bellidir;'doğru ise 1,yanlışsa 0 değerini alır'diye öğretiyoruz hala...
Ama işin aslı doğru ya da yanlış olarak  ifade edemediğmiz önermeler de olabilir.Ve bulanık mantık da burda başlıyor.
Beyaz ve siyahın olduğu yerde gri de olabilir deniyor.


İşin matematik kısmına girme niyetinde değilim.Matematikle uzun süredir beraber olan birine göre kararsız olduğumu-belki de tam tersi-,mantıklı karar verdirmede iyi,alma konusunda ise kötü olduğumu biliyorum.
Sürekli sorular sormak cevaplar aramak ;üstelik grinin siyaha dönmeye başladığı şu sıralarda.
Kendime yaslanacak bir duvar bulmak;  bir süre rahatlatırbelki.
Bu yüzden olacak Gödel iyi geldi.Ya da kötü.Karar vermede kötü olduğuma karar verirsem şayet bu durumdan kurtulmam mümkün olmaz sanırım.
Kendine-göndergeli cümleler yazmaya da başladığıma göre geri dönme vakti geldi mi ne?
Gödel, Escher, Bach:Bir Ebedi gökçe beliğe üç kala...

E haydi bakalım dedi biri...


7 Mayıs 2011 Cumartesi

PADAM PADAM...



Bugün günlerden Edith Piaf...


Nasıl oldu da bu kadar geç tanıştık bilmiyorum.
Ama telafi etmek için bütün gün La vien rose dinleyip,her sorulana 'padam padam padam' cevabını verdim...

Babası akrobat ,annesi sokak şarkıcısı olan Piaf ın hikayesi tabi ki filme çekildi ; La Mome.
Marion Cotillard i tanımakta zorlandım.Mimikler ve çekingen bakışlar bi ara acaba Audrey Tautou oynayabilr miydi diye düşündürttü ama her Fransız filminde de olmaz dedim,kızarak kendime.
Mini mini bir kadınsan dünyanın her yerinde serçe oluyorsun demekki.



Edith e  de  sesi ve görüntüsüyle uyumlu olarak  'Piaf ' -serçe- soyadı  veriliyor;kendisini keşfeden kabare sahibi tarafından.La mome de kaldırım serçesi oluyor dolayısıyla.
Onu dinlerken ,başımda siyah şapkam  üstümde siyah beyaz çizgili t-shirtüm ve boynumda kırmızı fularımla Fransa sokaklarında dolaşabildim bugün.Gerçek hayata dönmem de Edith Piaf ın  Non Je ,ne regrette rien  şarkısıyla mümkün oldu.Zira İnception da dahi rüya katmanlarından dönüşün bu sesle gerçekleştiğini düşününce;kayıtsız kalamayıp döndüm.


Odamdayım nihayet ve padam padam padam...




30 Nisan 2011 Cumartesi

MİLGRAM VE DAS EXPERİMENT

Tesadüf diye bir şey yoktur.Bunu bilmek beni hep mutlu etmiştir.

Stanley Milgram ın yapmış olduğu ve daha sonraları kendi adıyla anılacak olan 'Milgram Experiment ' ın  Das Experiment ı izlediğim günün sabahında  Stuart Sutherland in yazdığı 'İrrsayonel 'de karşıma çıkması tesadüf değildir.

Altmışların başında Stanley Milgram yerel bir gazeteye Yale üniversitesinde yapılacak deney için denek ilanı verir.Öğretmenlerden postacılara kadar farklı mesleklerden yüzlerce insan 4 dolar için başvuruda bulunurlar.



Deney şu şekilde işler;önce kura çekilerek öğretmen-öğrenci şeklinde iki grup oluşturulur.Herkese öğretmen yazılı kağıt çıkar tabi ki ve öğrenci de Milgram ın asistanıdır.
Öğretmenlerin görevi öğrencilere bir sözcüğü başka bir sözcükle eşleştirmeyi öğretmektir.
Öğretmen ve öğrenci yanyana odalardadır.
Öğrettici denek önünde duran ışıklardan doğru cevabın verilip verilmediğini anlar.
Öğreticiye öğrencinin yan odada bir sandalyeye bağlı olduğu ve yanlış cevap vermesi durumunda elektirik şoku vermesi gerektiği söylenir.
Elbetteki gerçek şok verilmiyordu.Ama öğretici bunu bilmiyordu.
Öğreticinin şoku artırmasıyla yan odadan çığlıklar yükseliyor,fakat öğreticinin yanındaki gözlemci ona devam etmesini söylüyordu.
Bu şekilde devam eden deney boyunca şok seviyesi orta düzeyden yukarda oldu hep.
İşin garip tarafı öğreticiler ne kadar üzülse de bu işi yapmaya devam ettiler,üstelik deneyi istediklerinde terketme hakkına sahip olmalarına rağmen.








Das experiment ta benzer bir durum izliyoruz.' İnsan denen saz parçasının' itaatkarlığın sınırlarını zorlayıp kendi vahşetinin sınırlarının keşfi var filmde.Dakikalar önce şakalaşan grubun üzerlerine geçirdikleri gardiyan üniformalarının onlara neler yaptırabileceğini ya da yaptıramayacağını izlemek güzel bir 'deney'im oldu...





29 Nisan 2011 Cuma

İNSAN FİZİKÇİ!






Eugene Wigner ,"başka bir Dirac, ama bu sefer insan"  diye tarif eder Richard Feynman ı .


Görüntüsü ve fizik dışındaki uğraşlarına bakıldığında Philip Feynman ı tanımlayan mükemmel bir cümle...




Kapağına baktığınızda daha çok Oscarlı eski bir aktörün anılarını yazdığı ya da bir tür kişisel gelişim kitabı gibi duruyor 'Her şeyin anlamı.'

Sanılanın aksine matematikçiler kesinliklerden pek hoşlanmazlar.
Ve bu yüzden olacak biraz da; 1965 Nobel ödülü sahibi bir fizikçinin sesinden
'Eğer emin olmadığınızı biliyorsanız,durumu değiştirmek için şansınız var demektir.Ben bunu gelecek kuşaklar için talep etmek istiyorum .' cümlesini duymak istersiniz.

Washington Üniversitesinde  üç günlük konfersansını yaş,memleket,konum  ... ve dahi bir sürü sebeple kaçırmış olan biz insan-insan- lar için kitapta toplanmış  bu konuşmalar.

 Feynman ın  'aklın mütevaziliğiyle' herşey hakkında hiç bir anlam çıkarmamamıza sebep olması güzeldi.Kesinsizlikler üzerine yaptığı konuşmalar Sheldon Cooper dan duymaya alışkın olduğumuz teknik terimlerden hiçbirini  de içermiyordu üstelik.
'Ama kesin olarak emin değilim...' gibi çıkmazlardan oluşuyordu...
Richard Feynman ın fizikçi kimliğinden çok da sıyrılmadan dünyayı ve insanları ne şekilde izlediğine tanık olduk...

E haydi bakalım demedi içsesim ama ' e haydi bakalım' o zaman...